Tarihe Karşı Yanlış Bakış Açıları ve Buna Karşı Olan Düşünürler

Bu bölümde Marks’ın tarihe bakış açısını ele alabiliriz. Marksizmin tarih anlayışı nedir? Bizlerde daha önce bu bakış açısıyla yaklaşıyorduk. Marks’ın tarihe bakış açısı sınıfsaldır. Sınıf eksenine göre tarih ele alınıyordu.

Marks anlayışı da tarihi iki sınıf aşamasında ele almaktadır. Merkezi olarak ele aldıkları sınıfların birincisi işçi sınıfı ve karşıt olarak mücadele etmesi gerektiği sınıf ise burjuvazi sınıfıdır. Marks anlayışı tarihi sadece her iki sınıfın arasındaki savaştan ibaret görmektedir. İşçi sınıfı kazandıktan sonra proleterya İmparatorluğunun kurulacağına inanarak, burjuvazinin yenileceğine ve sonuç olarak özgürlüğün elede edileceğine inanıyorlar. Tarihi sadece sınıflarla ele almak ne kadar doğrudur? Bu anlayış başlı başına büyük bir yanlışlıktır. Sınıflar ne zaman oluştu bunu bilmek gerekiyor. Sınıflar, uygarlıklar oluştuktan sonra oluştu. Doğal toplumda uygarlıklar yoktu, o zaman doğal toplumun tarihi ne olacak? Doğal toplum oluşmamış ya da yaşanmamış olarak ele alınamaz! Eğer tarih oluşumunu sadece sınıfların oluşumuyla ele alırsak, peki öncesi ne olacak? Geçmişin tarihi ne olacak? Çiftçi, köylü, işçi ve daha bir çok kesimler var. Çünkü toplum çok farklı bir olgudur. En büyük hata burada saklıdır. İşçi sınıfı özne konumuna getirmek istenmiş fakat açığa çıkan pratik bu gerçekliği tam anlamıyla yansıtmadığı gibi yetersizde kalmıştır. Diğer bir yanlış anlayış ise adı Grekland olarak geçen fakat günümüzde Atina ya da Yunanistan olarak bilinen yerlerin tarihin başlangıcı olarak verilmesidir. Felsefe, bilim özellikle de tarihsel ve toplumsal gelişimin bu alanlarda öncelikli olarak çıkması doğrudur. Bu temelde yunanlıların somut katkılarıda olmuştur. Fakat tarih Greklilerle de başlamamıştır. Kök aslında Mezopotamyadır. Onlar Mezopotamya’nın eserlerini ya da ürünlerini almış çoğaltmış, sentezlemiş ve katkılarını eklemişlerdir. Bunun için böyle bir anlayış gelişmiştir. Bilimde bunu dile getirmektedir. Yani bir çok şeyin Greklilerle yani Yunanlılarla başladığını dile getirmektedir. Felsefe, bilim, alfabe, yazı eğer Yunanlılarla başlamışsa o zaman tarih onlarla başlamıştır anlayışı vardır. Bu çok yanlış bir anlayıştır. Bu anlayışta iki sapma vardır. Eğer tarih Greklilerle başlıyorsa uygarlık görülmüyor. Çünkü uygarlık zaten vardı. Uygarlığı görmezden gelme var. Diğer bir sapma ise doğal toplumu görmemezlikten gelme var. Bu gerçeklikte iki kere sapma yaşandığını açık bir şekilde göstermektedir. Bu düşünceye karşıt olarak gelişen diğer bir düşünce ise tarihin Sümerlerle bağladığı düşüncesidir. Bu düşünce aslında tarihin Greklerle başladığını iddia edenlere karşın bir eleştiri olarak geliştirilmiştir. Fakat yerinde bir eleştiri değildir. Çünkü uygarlık Sümerlerde oluşmuştur. Şehirleşme, sınıf Sümerlerle başlamış, yazı Sümerlerle gelişmiş. Bu temelde doğal olarak tarihi bu şekilde ele almak istiyorlar. Yani onlara göre şehirleşme, sınıf ve yazı nerede ve ne zaman başlamışsa tarihte orada başlamıştır. Okuduğumuz sistem okullarından kaynaklı bu bizlere de bu şekilde öğretilmiştir. Buradaki en büyük hata doğal toplum ve insanlık yaşamını tarihe dahil etmemektir. Tarihi egemenlikle bir ele almak var. Bundan dolayı yanlış bir tarih anlayışıdır ve tarihin gerçekliğini yansıtamamaktadır. Tarih ne lehirleşmeyle ne de yazının bulunmasıyla başlamıştır. İnsan yaşamının hepsi tarihtir. Yaşanan bir yaşam var bunların hepside tarihin kategorisinde ele alınmalıdır, fakat bu anlayışlar bu temelde ele almamaktadırlar. Tarihe farklı bir bakış açısı olarak dini anlayışlar vardır. Tek tanrılı dinlerde tarih anlayışı diyebiliriz. Tek tanrılı dinlerin tarih anlayışı ise olaylar ve peygamberlerin geliş dönemleri ile ele alınmaktadır. Onlara göre tarih sınırlıdır. Ne zaman başlayıp, ne zaman biteceğini belirlerler. Tek tanrılı dinler tarihi Hz. İbrahim ile başlatıyorlar, Hz. Muhammed ile de bitiriyorlar. Her iki peygamber arasında ise 124 bin peygamberin geldiğini belirtiyorlar. Bu başlangıç ve bitiş süreci tarih olarak ele alınıyor. Ve sanki öncesi ve sonrası yokmuş gibi ele alınıyor. Tarihe bakış için bu da yeterli bir bakış açısı değildir. Tek tanrılı dinler Hz.İbrahim ile başlayıp, Hz.Muhammed ile bitmektedir. Bu da dine göre tarih anlayışı olmaktadır. Hz. Muhammed’ten sonra başka bir peygamberin gelmemiş olması tarihin bitiş anlamına gelmemektedir. Zira insalık devam etmektedir. Yani tarihte devam etmektedir. Kapitalist bakış açısına göre tarih anlayışı ise 2’ye ayrılmaktadır. Birincisi bireysel tarih anlayışıdır. Thomas  Hoop ve John Nouk öncülüğünde geliştirilmiştir. Tarihe bakış açıları bireyseldir. Tarihi toplumdan ele alıyorlar ve geçmiş gelişmelerden bağımsız ele almaktadırlar. Tarihi bireylerden ele almaktadırlar. Kısacası son derece liberal bir anlayıştır. Bu kişiler zaten liberal anlayışa da öncülük etmişlerdir. Kapitalizm de ki yanlış bir diğer bakış açısı ise tarihin sonu olarak adlandıran Fucuyama’nın tarih anlayışıdır. Ona göre kapitalizm çağın son tarzıdır. Onun anlayışına göre kapitalizimden sonra toplumda her hangi bir tarzın yaşanması mümkün değil ve yaşanacak farklı bir tarih olamazmış. Kapitalist moderniteyi çağın son modeli olarak ele almıştır. Aynı zamanda kapitalist modernetienin biricik olduğunu, eşi ve benzerinin olmadığını ve insanlığın sonuna kadar bu modelle yaşayacağını dile getirmiştir. Bu da Fucuyama has bir tez ve ona ait bir tarih anlayışıdır. Tabiki çok yanlış bir anlayıştır. Şimdi ki çağ kapitalist çağı olabilir. Günümüzde finans kapital çağı yaşanmaktadır. Fakat insanlık mücadelesinin bu çağı değiştireceğine inanıyoruz. 21.yüzyılda Önder Apo dışında, tarihe karşı yanlış bakış açısı geliştirenleri fark eden düşünürlerde vardır. Bu düşünürlerde alternatif geliştirmişlerdir. Fakat onlarında geliştirmiş oldukları alternaflerde de eksiklik ve yetersizlikler görülmektedir. Bu düşünceleri geliştiren yerlerden biri Anales Okulları’dır. Bu okullar Avrupa’da özellikle Fransa’da yaygın olarak görülmüşlerdir. Bir dergi yayınlamışlardı ve bu dergide düşüncelerini paylaşmışlarıdır. Bunu pratize eden kişiler Marc, Bruci’yandır. İddia ettikleri ve hareket olarak bizlerinde benimsedi bakış açıları vardır. Tarihin canlı ve akıcı olduğunu iddia ediyorlar bu önemli bir bakış açısıdır. Bir diğeri ise tarihi araştırmalar yapılırken Sosyal Psikoloji, Antropoloji, Sosyoloji ve Ekonomi dallarından yararlanılması gerektiğini belirtmişlerdir. Tarihin merkezinde dönemin ruhu ya da tarihin ruhunun olması gerektiğini vurgulamışlardır. Onların anlayışına göre tarih bütünlüklüdür ve parçalı ele alınmamalıdır, geçmiş şimdi ve gelecek arasında bir bağ vardır ve birbirinden kopuk ele alınmamalıdır. Başta kadınlar ve sonrasında tüm ezilen halkların tarihinin yazılması gerektiğini belirtmişlerdir.  Amaç sadece birşeyin değil herşeyin ağırlığına göre tarihin öznesi konumuna getirilmesidir. Onlara göre asıl şey olayların arkasındaki tarihsel gelişmeler önemlidir. Alternatif olarak düşünce geliştiren bir başka isim de Andrea Gunder Frank’tır. Dünya sistemini analiz eden bir kitabı vardı ve oldukça önemli bir kitaptır. Önder Apo’da bu kştabı okumuş ve bu temelde araştırmalar yapmıştır. Dünya sistemini analiz etmede çok önemli tesbitleri vardır. Belli bir çerçeve ortaya koymuştur fakat yetersiz kaldığı yön içini doldurmamıştır. Fernan Bluder’de tarih ve topluma dair derin araştırmalar yapmıştır. Tarih ve toplumu birlik olarak ele almıştır. Tarih sosyolojikleşmeli, sosyoloji tarihselleşmeli bakış açısı vardır. Tarih ve toplumun birlikte ele alınması gerektiğini belirtmiştir. Tarihin sosyolojik bir perspektiflerle ele alınması gerektiğini belirtmiştir. Çünkü tarih toplumdan koparılamaz, toplumla birlikte ele alınmalıdır. Aynı zamanda tarih ve toplum bakışına süre kavramını getirmiştir. En uzun süre, uzun süre, orta süre, en kısa süre ve astronomik süre olarak belirlemiştir. Bu süreler tarih ve toplumu araştırmada öenmli rol üstlenmişlerdir. Aynı zamanda kapitalizmin ekonomi olmadığını aksine ekonominin düşmanı olduğunu belirtmiştir. Hatta bu bakış açısından Önder Apo çok etkilendiğini belirtmiştir. Aynı zamanda iktidarında tıpkı para gibi biriktirildiğini belirtmiştir. Fernan Bluder’in tarihi araştırmalarla açığa çıkardığı beş süre diliminin tarihe farklı anlayışlar getirdiği belirtilmiştir. Bir diğer örnek olarak Moray Bokin’i verebiliriz. Moray Bokin Amerikalıdır. Ekolojik anarşisttir. En önemli kitabı özgürlüğün ekolojisidir. Doğa ve toplum üzerine yapılan talanın aynı olduğunu belirtmektedir. Doğanın bozulmasında uygarlığın oluşumunu sorumlu tutmaktadır. Toplum düzeninin bozulmasında rol oynayanların aynı zamanda doğanın bozulmasına da neden olduklarını belirtmiştir. Ekolojik sorunların kaynağında, toplumsal sorunlarda yaratılan aynı zihniyeti görmektedir. Açığa çıkan alternatifler sayesinde tarihe bakışın biraz değiştiğini söyleyebiliriz. Bizlerin bakış açısı tabiki herkesinden farklıdır fakat bazı konularda benzerliklerin olduğunu söylemek mümkündür.   Şehit Beritan Özgür Kadın Akademisi Demokratik Modernite dersinden derlenmiştir.