Derler ya her başlangıç kendisiyle büyük bir acı da getirir, diye. Mesela bir tanışma, bir sevgiye, bir aşka, bir yolculuğa başlangıçlar öyle olur.

Eğer bu bir direnişe başlamaksa daha çok acılı, sancılı, umut dolu olur. Ama bunun en zor tarafıysa direniş tarihine tanık olmak ve bunun verdiği sorumlulukla tarihe mal etmektir. Bu nedenle şu an kendimle yoğun bir mücadele içerisindeyim. Yüreğimin ve beynimin bir parçası direnişin kahramanlık mertebesine ulaşmış yoldaşlarımı yazmak, onları tarihin sayfalarına nakşetmek istiyor. Onları hak ettikleri gibi yazamayacağımı biliyorum. Kalemi her elime alışımda kalem parmaklarımın arasında dönmeye başlayınca, direniş günlerindeki onları, yoldaşlarımla birlikte savaşırken, çalışırkenki anlarımızı bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiriyorum. Beni tekrar o günlere götürüyor. Sonra kalem kendiliğinden elimden düşüyor ve derinlere dalıyorum. Bu ikilem aylardır devam ediyor. Ama ne kadar yapamasamda zor da olsa, acı çeksem de yine de bir yoldaşlık görevi olarak direniş tarihine değerli kahramanları yazmak ve özgürlük tarihine armağan etmek gerekir.

Önder APO bir belirlemesinde şunu dile getirir.  Kürt Halkı ve hatta tüm halklar her zaman ahlaki ve politik toplum özelliklerine kavuşmalıdır. Varlığı söz konusu olan bir halk, tartışmada olan bir halk eğer bu özelliklere kavuşmazsa ayakları üzerinde duramaz. Tarihten beri süregelen sömürgecilik, işgalci zihniyet her zaman halkları sömürmüş ve kendi varlığını onların yok oluşunda bulmuştur. Tarihte pek çok halk topluluğu bunun farkına vardı, baş kaldırdı ve sömürgeciliğe karşı büyük savaşlara girişti. Kürt Halkı da büyük bir tarihsel mirasa sahip Mezopotamya kültürel tarihinin halkıdır. Günümüzde iktidarların pençeleri arasında can çekişmektedir. Egemenci, faşist, sömürgeci zihniyetin amacı Kürdistan topraklarını bir bütünen parçalamak ve halk gerçekliğini ortadan kaldırmaktır. PKK bunu gördüğü için büyük bir direniş hareketine dönüşmüştür. Şuanda dünyada devletlerin özel savaşlarını boşa çıkaran başka bir devrimci örgütlenme yoktur. Bu anlamda PKK çok zengin yöntemler, strateji ve taktiklerle savaşı bugüne kadar getirebilmiştir. PKK’nin bu direnişini bugünlere taşıyan çok değerli kahramanlarıdır. Hiçbir bedelden kaçmayan, canları pahasına mücadele eden ve şehitlik mertebesine ulaşan kahramanları her zaman tanımak, anlamak ve anlatmak gerekir. Ben de bu yoldaşlarımın anısına bir kesit direniş günlerinden bahsetmek istiyorum.

….

Direniş Günlerinin Heyecanı

TC faşist zihniyetinin halkımıza dönük tasviye planının açığa çıkmasıyla beraber halkımızı savunmak amacıyla şehir savaşlarını başlattık. Biz bu hamleyi yapmak zorundaydık. Bir yandan Rojava devrim değerleri söz konusuydu. Rojava kazanımları şehitlerin kanıyla kazanılmıştı ve bu kazanımların korunması gerekirdi. Diğer taraftan sömürgeci zihniyetin tasviye planında açığa çıkan dağları gerillasızlaştırmak, ardından halkımıza dönük soykırım stratejisi düşmanı merkezinde yani şehirlerde vurmayı zorunluluk haline getiriyordu. Bu temelde biz bir grup arkadaş Nusaybin sokaklarına girdik.

Nusaybine ulaşmak için sınırları aşmak sırat köprüsünden geçmek gibiydi. Ama bunun yanında Kuzey Kürdistan topraklarına adım atmak benim için çok farklı bir duyguydu. Belki pek çok yoldaşımız buralara ayak basma hayalini bağrında taşıyarak şehadete ulaştı. Şimdi bizim görevimiz arkadaşların hayalini gerçekleştirme temelinde buralarda gerekeni yapmaktı.

İlk günlerin heyacanını anlatmaya kelimeler yetmez. Halkımız barikat, hendek ve benzeri çalışmaları çok üst düzeyde yürütmüşlerdi. Her bir taşı kaldırdığımızda muhakkak halkımızda o taşı kaldırıyor, her bir kazma kullanışımızda halkımız bize öncülük ediyordu.

Önderliğimizin bir sözü o direniş günlerinde hep aklıma geliyordu; ‘Halk örgütlediğiniz kadardır’. VE ortaya çıkan tabloya bakınca bu halkın Önderliğin eseri olduğunu çok iyi görebiliyordum. Önderliğin onlarca yıllık emeğiyle halk yurtseverlikten öteye canını verecek düzeye ulaşmış, devrimcileşmişti. Toprağına bağlı, gerillasına siper olmuş bu halk için neler yapılmazdı ki...

Bizler onlardan, onlar bizlerden güç ve moral alıyordu. Ne de olsa hepimize; bize yüz yıllardır köleliği, katliamı, haksızlığı reva görmüş düşmandan intikam alma şansı doğmuştu. Pek çok genç; yürekleri özgürlük aşkıyla dolu dolu mevzilere koşuyor, aynı amaç uğruna savaşan yoldaşlarına desteğe geliyorlardı. Halkın ilgisi, gençlerin heyecanı muhteşemdi. Özgürlüğe bu kadar susamış bir halkın özgürlük çığlıklarını yüreklerimizde hissediyorduk. Biz bu çığlıklara karşılık vermeliydik. Biz halkımıza hak ettiği özgürlüğü sunmalıydık. İddiamız, kararlılığımız, ısrarımız bu yöndeydi. 

Fakat karşımızdaki düşman çok vahşiydi. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği ilk günün sabahında Nusaybin Vietnam’dan daha beter hale getirilmişti. Düşman düşmanlığını yapmıştı. Nusaybin’de mermilerden, havan ve obüslerden oluşan demirden, tozdan, baruttan bir ağ örülmüştü artık. 

 Halkımız telaşlıydı, kaygılıydı. Düşmanı iyi tanıyorlardı. Onlar, Cizre bodrumlarındaki diri diri yakılma vahşetine tanıklık etmişti. Bunun bilinçli olduğunu, bunun ibret vermek amacı taşıdığını biliyorlardı. Ve düşman bundan daha fazlasını Nusaybin’de de gerçekleştirebilirdi.

Fakat düşman bu vahşice hamlesinden sonuç almayı beklerken halkımızın öfkesinin daha da derinlere inmesine neden olmuştu. Biz o günlerde çok iyi anladık; bu halk çocuklarını diri diri yakan  bu düşmanı asla affetmeyecek! Bin yılda geçse çocuklarının yasını tutacak ve günü geldiğinde bu düşmana öldürücü darbeyi vurmaktan hiç geri durmayacaktı. Onlar bize bir kere sarılmış, bizdeki insani yanlara şahitlik etmiş, gözlerimizde inancı, bağlılığı görmüşlerdi. Hangi özel savaş yöntemi denenirse denensin artık hiç kimse bu halkın içindeki öfkeyi bastıramayacaktı. Muhakkak günü geldiğinde bu halk öfkesini düşmanın üzerine kusmasını bilecekti. Biz bundan emindik. Ve onlara söz verdik, başaracaktık.

Bize ağlayarak sarılan analara, ellerimizi sımsıkı tutan çocuklara, neleri var, neleri yoksa bizimle paylaşan halkımıza söz verdik. Bizler onların alın akı olacaktık. Direniş bayrağını kanımızla sulamamız gerekse dahi bundan çekinmeyecek, eninde sonunda halkımıza hak ettiği özgürlüğü verecektik.

Bir gün mutlaka bu Nusaybin sokaklarına şehit arkadaşlarımızın adı verilecek, her yerde onların fotoğrafı olacaktı. Bu halkımızın en büyük isteğiydi.

Ve biz bu isteğe saygıdan günlerce direndik, onlarca şehit verdik; adı Yıldız, adı Xebatkar, adı Cilo, adı Kendal, adı Tekoşin, adı Zehra, adı Dersim, adı Dilgeş, adı Tufan Rizgar, adı Roza, adı Evin, Mehmet Tunçlar’ın takipçisi, Arjin’in babası adı Agit Bezo. Biz direndiğimiz için, bu vahşete boyun eğmediğimiz için, bu yolda şehit verdiğimiz için onurluyuz. Direnişimizle halkımızı yüz yılların kölelik utancından kurtardığımız için başımız dik. Halkımız artık kolayca ezilebilecek bir halk konumundan çıkmıştır. Bu düzeye binlerce kahraman şehidimizin sayesinde ulaştık.  Ve halkımız bizimle ne kadar gurur duysa yeridir. Biz halkımız için, özgürlüğümüz için direndik. Onları çok sevdiğimiz için kanımızı döktük Cizre, Sur, Nusaybin sokaklarına. Buralardan geçen her çocuk bizim destansı direnişimizi bilmelidir, onlara bugünler anlatılmalıdır. Halkımız bastığı yerlerden geçerken oralara şehitlerimizin kanının döküldüğü unutmamalıdır. Artık Cizre, Sur, Silopi, Farqin, Nusaybin, Hezex sokakları şehitlerimizin kanıyla kutsanmıştır. Oralar her zaman halkımızın ziyaretgahları olacak, kutsal mabetleri olarak kalacaktır. Düşman her ne kadar bu gerçeğin üstünü betonlasa da halkımızın hafızasından ve yüreğinden bu günlerin izini asla silemeycektir. Nucanlar, Axinler, Çiyagerler, Sêvêler, Tekoşinler, Xebatkarlar, Mehmet Tunç ve Agit Bezolar asla unutulmayacaktır.