Anlama ulaşma arayışı tek başına girişilebilir, onun kararı tek başına verilebilir. Ama anlama ulaşmak, illa ki başkalarına ihtiyaç duyar.

Kişi başka kişilerle, doğayla, nesnelerle, doğaya ait varlıklarla ve insan üretimi ilişkilerinde, şeylerle iletişimde, alışverişte, ortaya çıkan düşünsel ve duygusal farklılıkların mukayesesini yapar. Bu mukayeseden ortaya çıkan şey o kişinin hakikatidir. Ulaşılan bir yeni fikir ya da duygudur. Bir inşadır. Yeni üretilmiştir. Hem de başkalarının-başka şeylerin de katkısıyla. Ondandır, anlam her zaman çoğuldur, kolektiftir. Yoksa nasıl Önder Apo’nun kendisinin ulaştığı anlamların içinde kendimizi buluruz ki… Yoksa Önder Apo nasıl “Herkes içinde gömülü insanı bende bulur.” der ki…

Zîlan ilk ve son eylemdir. Hem bir ilktir, ardında fiziki ve anlamsal bir ordu bırakmıştır. Ardında oluşmamış bir ordu, bir çoğulluk, bir anlam okyanusu ve bu okyanusta batmadan yürüyebilmenin ve kulaç atmanın iddiasını bırakmıştır. Bir kararlar demeti bırakmıştır. Bu kararlar tüm zamanlarda tüm mekanlarda vardır. Onu sahiplenen, görüp tanıyan, anlayan ve anlamlandırmak isteyen, kendinde bir anlam yaratmak isteyen, bir yaşam iddiası oluşturmaya çalışan herkesindir. Ve hiç kimsenin.

Hakikat birçok düşünsel akımda, birçok yaşam felsefesinde vardır. Hatta her şeyin bir hakikatinin olduğunu kabul edenler de bulunur. Burada bize gereken hakikatin yanında, onu bedene kavuşturabilme yeteneği olarak marifettir. Marifet olmadan hakikat nedir? Marifet yoksa, hakikat potansiyel haldeki büyük anlam derinliği olabilir. Belki de insanı yutacak bir sonsuz derinlik. Anlamın yarattığı insan kuşkusuz en güçlü insandır. Hakikat de anlamı inşa ettiğinden önemlidir. Ancak anlamı inşa ederken de marifete ihtiyaç duyar. Zira anlam salt kanaatler kabilinden ulaşılan fikirsel düzeyle yaratılamaz.

Aşk üzerine mecnundan daha derin sözler edebilir kişi. Ya da leyladan. Ama âşık olmak mecnundan söz etmekten çok başkadır. Zordur. Acıdır. Mecnun’u doğuran çölü bilmeyi gerektirir. Susuzluğu… ve tabi dünyayı, tarihi, felsefeyi bilmeyi... Çiçeklerin rengini, mevsimini, yağmuru, suyun akışını bilmeyi gerektirir. Aşk üzerine düşünmek ve söylemek yücedir, oysa aşkı yaşamak basittir. Basitlik küçük olan söz ve eyleme büyük anlamın sığabilmesi kabilindedir. Aşka dair bilinç tek yönlüdür, bireycidir, sağlaması yapılmamıştır. Ama âşık olmak sağlaması yapılmış olandır. Artık bireyci olmaktan çıkmış bir kolektif bilinç, çoğul bir duyumsamadır. Şarkıları dinleyip ritm tutmak değildir. Sevinçle, coşkuyla şarkı gibi yaşamak, şarkıları yüreğine nakşetmek, türkülü yürüyüşle, tüm acılara rağmen neşeyle yol katetmektir.  

Demem o ki, hakikate ulaşmak büyüktür, ama marifetle onu yaşam eylemek muhteşemdir.

Zîlan yoldaşın, Zîlan olması, Onun Zeynep Kınacı iken ulaştığı hakikati Zîlan olarak marifete kavuşturmasıdır. Pek uzun sayılmayacak bir zamana büyük anlamlar sığdırmış, o anlamları pratikleştirmiş, fikirden eylem doğurmuştur. Karnında taşıdığı anlam rahminden, kendini, eylemini Zîlan’ı ve bizlerin yaşamsallığını, sürekliliğini doğurmuştur.

Hakikat sahibi kişi, kendini, toplumunu, değerlerini, kültürünü ve ahlakını koruma bilincini ortaya koyamıyorsa marifetten nasiplenememiş sayabilir kendini. Ve bu durumda hakikat tek boyutlu kalmaktan kurtulamayacaktır. Zeynep Kınacı’nın Zîlan olma eylemi, Onun tarih olma eylemidir. Tarihin bir kadının bedeninde toplanıp kendi elleriyle yaptığı ikinci bir rahimden kendini ikinci kez doğurması eylemidir. Tarihin bize söylediği hakikatin marifetle birleşerek düzeni yıkması eylemidir. Yıkıcıdır. Yapılması gerekenlerin varlığının bilincindedir, ancak var olanların yıkılmadan yenisinin yapılmayacağının bilincindedir. Bunları bilmek hakikattir. Çoğumuz biliriz. Ancak bunları yıkmanın yöntemini bulmak, araçlarını üretmek ve eyleme geçmek, ve hele de sonuç almak marifettir. Hakikat olgusunun hakkını yemeden… ulaştığı hakikate denk bir marifet sahibi olan kişinin ürettiği ise artık herkesin olacak bir yeni hakikattir.

Sonrası… ilk eylem gerçekleştiği andan itibaren yeni Zîlan’ların yaratılması, yeni Zîlan’ların ortaya çıkması ve her kadının, ve kendini kendinden doğurmayı öğrenerek kadını az da olsa anlama eşiğine varmış olabilen her erkeğin, kendini kendinden doğuracağı bir rahim örmesi, bir anlam yaratma rahimi inşa etmesi kaçınılmaz olacaktır. Ve Zîlan’lar tarih sahnesine çıkacaktır. Zîlan’lar kafile kafile uçacak ve göğümüzü kaplayacaktır. Zîlan’lar gelip göğümüzde duracak ve çoğunda kara bulutları çekip götürecektir uzaklara. Ve Zîlanlar hep tarihin söylediğini bize aktaracak, bizim tarihimizi yaratacaktır.

Düzen denir ya kapitalist modernitenin ortaya çıkardığı ve ne yazık ki güzel görünen, çekici gelen yaşamına, işte o düzenin düzen olmadığını, bir düzensizlik, bir insan ötesi-insan olma dışında bir sistem olduğunu, ve nihayetinde bir zehir olduğunu bize en iyi anlatan eylemdir Zîlan eylemi.

O, bu zehri bize anlatabilmek için, kendini panzehir yapmayı bilen, bunun için tüm direniş tarihini bir kez daha kendinde, yüreğinde ve beyninde süzen, damıtan bir kadındır. Yoksa nasıl bunca yıkabilirdi düzeni! Düzeni yıkabilmek, ondan çok daha fazla yıkıcı olmayı, yıkma bilincine sahip olmayı gerektirir. Yıkma bilinci olmayan düzeni yıkamaz. Düzenin yıkma saldırılarına maruz kalmaktan da kurtulamaz. Yıkmayı bilmeyen devrimciliğe soyunamaz. Biyolojik yaşamların kıyılarında seyreder, tercihleri sınırlıdır, azdır, hatta yoktur yıkmayı bilmeyenin.

Yıkmayı bilen devrimcidir. Biyolojik yaşamın ötesindedir. Devrimcilere kimileri bir kaderi yaşıyorlar gibi bakar. Oysa devrimciler an an kaderi, feleğin dokuz kat çarkını gözden geçirmenin ve yaşamı her an kararlaştırmanın, anlamlandırma mücadelesinin mukavemetli duruşunu yaşarlar. Zordur. Anı anına yaşam nasıl olmalı sorusunu sormak kimi zaman, yaşamı kendi anında ve mekânında yaşamamayı da getirebilir. İşte o, devrimcinin feda ettiğidir. Yoksa nasıl kadere, kaderi vareden, varettiğini söyleyen ve bizim boynumuza zincir gibi dayatanlara karşı durabilir ki… yoksa nasıl yıkabilir ki tüm bunlarla bağlanmış sistemin duvarlarını. Yoksa nasıl kurabilir ki bu yıkıntıların üzerinde damıtılmış bir yürekle, kendini panzehir etmiş ve zehir yaşamları bize dayatan kapitalist modernitenin ağlarına atılarak ve o ağları, öyle yok ederek…

Ve yıkarak inşa etmenin büyük marifetine maildir Zîlan. Kendini panzehir yapmayı bilen bir yaşam iddiası yüksek bir kadındır. Yaşam coşkusuyla doludur. Ve nihayet o panzehir yıkıp yok ettikten sonra bengisu olur. Ab-ı hayat olur ve yeni bir anlamı-kararı inşa etmenin damlasını oluşturur.

Zîlan, kendini damla etmiş ve ardından coşkun ırmak akışlarını gerçekleştirebilmiş bir kadındır. Büyük yaşam iddiası yaratmıştır. Zafer kazanmıştır düşmana karşı, aynı zamanda yaşam iddiasının büyüklüğünü de göstermiştir. Yaşama layık bir yaşam düzeninin olması gerektiğini de ortaya koymuştur. Ki o yaşamda düşmana, soykırımcılara, faşizme zerre yer yoktur. Müsamaha yoktur. Ortak noktalarda buluşma ya da iyimser bir gül uzatma yoktur. Netlik vardır. Bu yanıyla da zafer ve aşk tanrıçalığını yeniden yaratandır. 

Bizim anamızdır, o kirli düzenle göbek bağımızı kesen ebemizdir.

Bizi doğuran, apak sütüyle besleyen ve bizi hayata bağlayan Zîlan’dır.

O bizim havamız, suyumuzdur. Tenimiz soğumamışsa hala, Zîlan, o damardaki kandır bizi ısıtan.

Bir karış el değmemiş toprağımız varsa, işte o Zîlan’dır.

Bulduğumuz her zerre güzelliktedir.

Tadını alıyor muyuz her lokmanın. İşte… O tadı veren bilinç zerresinin kendisidir.

Kokusunu duyuyor muyuz papatyanın… hele de nergizin… O koku, ve o kokuyu duymamıza vesile olan duyumsamadır Zîlan. 

Kendisi marifet sahibi, bize hakikattir.

O bizim ikrarımızdır.